‘Tüm dünya bir araya gelse bile İsrail barış istemiyor’
Axios’un aktardığına göre İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Joe Biden arasındaki telefon görüşmesinde, İran’a yönelik yapılacak saldırı konusunda neredeyse uzlaşıya varıldı.
İsrailli yetkililerin olumlu bir havada olduğunu kaydeden Axios, Beyaz Saray kaynaklarının ise “doğru yönde ilerlendiği” şeklinde açıklamada bulunduğunu aktardı.
Pentagon, bu haftanın başında yaptığı açıklamada, İsrail’in “İran tarafından doğrudan saldırıya uğradığını” ifade etti ve misillemenin nasıl olacağına dair nihai kararı İsrail’in vereceğini söyledi.
Açıklamalardan sonra ABD’nin, İran’a yönelik saldırıya ne ölçüde destek vereceği merak konusu oldu.
Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş, tanker ve bombardıman uçaklarının, gerekli personellerle birlikte Ortadoğu’daki askeri üslere sevkiyatı hız kesmeden devam ederken, İsrail Güvenlik Kabinesi de gece toplantısı gerçekleştirdi.
Toplantıda Netanyahu’ya ve Savunma Bakanı Gallant’a, İran’a misilleme için yetki verilmedi fakat Yom Kippur öncesinde kabinenin tekrar toplanabileceği mesajı verildi.
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri, İsrail’in misilleme tehdidi altında gelişmeleri, Körfez ülkeleri ve İran arasında devam eden diplomatik teması, Çin Halk Cumhuriyeti’nin girişimlerini ve BRICS’in attığı adımları, gazeteci ve yazar Gökhun Göçmen ile konuştuk.
‘Yahudilerin kutsal günü Yom Kippur’da saldırının düzenleneceğine dair İsrail basınında haberler var’
İsrail’in İran’a yönelik olası misillemesini değerlendiren Gökhun Göçmen, Yom Kippur Savaşı’nın yıldönümünde saldırının gerçekleşebileceğini zira İsrail için sembolik bir tarih olduğu değerlendirmesinde bulundu:
‘İsrail, İran ile büyük bir hesaplaşma içinde’
Gökhun Göçmen’e göre İsrail’in nihai amacı, ABD’yi tüm gücüyle çatışmalara dahil etmek ve İran’ı yok etmek:
‘Çin’in girişimleri sayesinde Batı’nın söylem gücü kırıldı ve dünya İsrail’i eleştirmeye başladı’
Gökhun Göçmen’e göre Çin, dolaylı ve doğrudan adımlarla Filistin meselesinde çözüm aramayı sürdürüyor. İran-Suudi barışının dahi Filistin meselesine olumlu yansımaları olduğunu belirten Göçmen, Çin’in Filistinli 14 direniş grubunu bir araya getirmesinin, ortak bir devlet yapılanması anlayışının gelişmesi açısından önemli olduğu değerlendirmesinde bulundu:
“Rusya ve Çin’in görmek istemeyeceği manzaralardan bahsettiniz. Aslında bunlar, birkaç ülke hariç dünyada kimsenin görmek istemeyeceği manzaralar. Dolayısıyla Çin ne yapar? Ne ister? Denklemi nasıl görmek ister? Bu sorular üzerinden bir analiz yapmak mantıklı olur. Şimdi 7 Ekim Aksa Tufanı, tüm bölge için dönüm noktası oldu. Bu olay aslında Çin için de denklemin sil-baştan yazıldığı bir senaryoyu beraberinde getirdi. Çin de ekonomik ve teknolojik gücü arttıkça bu gücünü diplomaside kullanmak istiyor. Uluslararası anlamda oyun kurucu güç olmak istiyor. Oyun kurucuların gücünü ve kapasitesini ispat edebileceği en önemli alanlar da ihtilaflı alanlar. Bunların başında ne yazık ki Ortadoğu geliyor.
Çin aslında 7 Ekim’den sonra bir dolaylı, iki de doğrudan adım atarak meselenin gidişatını değiştirmeye çalıştı. Dolaylı nokta, İran ve Suudi Arabistan arasındaki barışın Filistin’e yansımasıydı. Çin bir süredir uluslararası diplomatik söylemi şekillendirmek ve yeni bir düzen inşa etmek adına üç temel inisiyatif öne sürdü. Bunların tartışılmasını ve hayata geçirilmesini arzuluyorlar. Bunlar sırasıyla Küresel Kalkınma İnisiyatifi, Küresel Güvenlik İnisiyatifi ve Küresel Medeniyet İnisiyatifi. Küresel Güvenlik İnisiyatifi de aslında dünyadaki güvenlik meselelerine doğrudan odaklanıyordu. Rusya-Ukrayna krizine çeşitli öneriler sundular.
Bu küresel güvenlik konusunda Çin, İran ve Suudi Arabistan’ı bir araya getirerek rüştünü ispat etmiş oldu. Bu iki çelişkili ülkeyi aynı masa etrafında toplayıp bir sonuç aldı. Bunun Filistin’e yansıması nasıl oldu? Dolaylı yoldan oldu. Bu 7 Ekim’den sonra İran ve Suudi Arabistan arasında ilk telefon görüşmesi gerçekleştirildi. Bu, devlet başkanları seviyesindeydi. 7 Ekim’den sonraki ilk İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına İran Dışişleri Bakanı gitti. Orada görüşmeler gerçekleştirildi. Liderler öncesinde telefon trafiği de yapmıştı. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın sahaya yansımasını göremesek de söylemsel alanda bütünlük yakalamasına Çin hizmet etmiş oldu.
İki tane de doğrudan katkısı var Çin’in. Bunlardan ilki, 7 Ekim sonrasında Çin’in meseleye bakış açısını bir süper güç olarak ilan etmesiydi. Tüm dünya İsrail’i ve yaptığı katliamları kınıyordu ama 7 Ekim’den sonra tablo biraz değişti. Çünkü uzunca bir süre İsrail, uluslararası toplumun kendilerinin yanında olmasını istedi ve Hamas’ın kınanmasını istedi. Fakat Çin, yaptığı açıklamada meselenin sadece 7 Ekim ile sınır olmadığını, bunun yarım yüzyılı aşan bir tarihsel haksızlık olduğunu beyan etti. Çin’in tavrı, Batı’nın söylem üstünlüğünün kırılması açısından çok önemliydi. Çünkü İsrail inatla ve özellikle Hamas’ın adının anılmasını ve Hamas ile Filistin direnişinin eşitlenmesini istiyordu. Ama Çin bu tuzağa düşmedi ve Batı’nın söylem hegemonyasının kırılmasına özellikle hizmet etti. Bu tavır, İslam dünyasında da takdir gördü. İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleri, yurt dışı ziyaretlerine ilk Çin’den başladı. Tabii belki de en önemli katkı da Filistin örgütlerinin Çin’de toplanması oldu.”
‘Çin’in ev sahipliği yaptığı toplantılar, iki devletli çözüm açısından önemli’
Çin’in girişimlerinin özellikle iki devletli çözüm alanında etkili olduğunu kaydeden Göçmen, Avrupa başta olmak üzere birçok ülkenin, Filistin’de bütüncül bir devlet yapısı görmeyi arzuladığını aktardı:
“Hamas’ın siyasi büro üyelerinden Usame bin Hammam bu hafta bir açıklama yaptı. Hammam, Filistinli örgütlerin önlerindeki engelleri aşmak için toplantılara devam edeceğini söyledi. Bu önemli. Çünkü, Çin 14 Filistinli örgüt için ev sahipliği yaptı ve Pekin’de buluşturdu. Burada tüm Filistin örgütleri birleşme iradesini ortaya koydu. Biz hep iki devletli çözümden bahsediyoruz. Tabii iki devletli çözüm nasıl olacak? Bunun iki tane koşulu var. Bunlardan birincisi, İsrail’in razı olması. Bu, şimdilik imkansız gözüküyor. Tabii Filistin’in de devlet olabilmesi için sınırsal bütünlük, yönetimsel bütünlük, askeri bütünlük gibi konular kritik. Filistin direnişine bakarsak parçalı bir yapı var. Gazze’de farklı, Kudüs’te farklı, Batı Şeria’da farklı bir yapı görüyoruz. Bunları buluşturmak ve birleştirmek, iki devletli çözüme hizmet diyor. Çin’in Filistin konusundaki en büyük katkısı, bu örgütleri bir araya getirmesiydi. Çin ayrıca İsrail’in bir planını bozdu. İsrail’in temel amacı, Gazze’yi insansız ve yönetimsiz hale getirmekti.
Fakat bu 14 Filistinli örgütün Pekin’deki deklarasyonunda, ‘Gazze’deki savaş bitince yönetim kimseye bırakılmayacak. Filistinliler bir komite kuracak ve Gazze’yi yeniden inşa edecektir ve yönetecektir’ denildi. Bu önemli. Filistin direnişinin birleşmesi ve sahip olduğu bölgeleri koruması öne çıktı. Şimdi bu toplantıların üçüncüsüne tanıklık edeceğiz gibi gözüküyor. Bu süre içerisinde birleşme çabalarının önemi büyük. Çin’in söylem üstünlüğü, Batı’nın hegemonyasını kırdı. Şimdi tüm dünya İsrail’i kınıyor ama 7 Ekim’in hemen ertesinde kimse Filistin’i tanımaktan bahsetmiyordu. İrlanda, İspanya gibi Avrupa ülkeleri şimdi Filistin’i tanıma konusunda öne çıkıyor. Daha fazla ülke de bu kervana katılacaktır. Fakat karşılarında çerçevesi çizilmiş, derli toplu bir bütünlüklü devlet aktörü görmek isteyeceklerdir. Çin’in ev sahipliği yaptığı toplantılar tam da bu açıdan önemli.”
‘Tüm dünya bir araya gelse bile İsrail barış istemiyor’
Gökhun Göçmen’e göre Çin her ne kadar diplomatik kanalları zorlamış olsa da İsrail barış istemeyen bir hükümet tarafından yönetiliyor. İsrail’in ABD’nin her türlü desteğini aldığının altını çizen Göçmen, İsrail’in Hizbullah’ın Litani Nehri kuzeyine çekilmesi dahil hiçbir barış önerisine kulak asmadığını ve sınırlarını genişletmeyi hedeflediğini vurguladı:
“Çin aynı zamanda İsrail ile de görüşme gerçekleştirdi. Çin’in özel elçisi önce Katar’a gitti ve orada muhtemelen Hamas temsilcileriyle görüştü. Ardından da İsrail’e geçti ve orada da temaslarda bulundu. Burada şunu anlamak lazım: İsrail hiçbir şekilde barış istemiyor. Değil Çin, tüm dünya bir araya gelse bile İsrail barış istemiyor. Hamas bu işin bahanesi. İsrail, Filistinlileri insan olarak görmüyor. Genişlemeyi, aşırı dinci bir ideolojiyi rehber edinmiş bir İsrail var. Sınırlarını Şam’a kadar genişletmek istiyorlar. Bunu maliye bakanları Simotris dedi. Karşımızda böyle bir yapı var ve maalesef bu yapıya dünyanın en güçlü ekonomisi, en güçlü ordusu ve en güçlü askeri-endüstriyel kompleksi olan ABD destek verdiği için İsrail’i hiçbir teklifin durdurma şansı yok.
Lübnan örneği karşımızda. BMGK 1701 sayılı karardan bahsediliyor. Litani Nehri’nin ötesine çekilmeden bahsediliyor. İsrail bunu da kabul etmiyor. Hamas’ın ateşkes çabaları oldu. Netanyahu son aşamada Biden’ın çabalarını boşa çıkaracak kadar pervasızlaştı. Sürekli ek maddeler sundu. Çünkü biliyor ki Biden gider başkası gelir fakat ABD’nin Ortadoğu’nun kalbinde karakol olarak gördüğü İsrail’e katkı devam eder. Kamala Harris de bunu ima etti. Biden’ın Netanyahu’ya küfür ettiği soruldu Harris’e. Harris de ‘Biden’dan öte devletlerimizin ve halklarımızın bir ilişkisi var ve bu devam edecektir’ dedi. Amerika’da Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında bir konsensus var. O da bir savaş makinesi ve karakol olarak İsrail’i desteklemek. Netanyahu da bundan güç alıyor ve bu durumu istismar etmeyi de iyi biliyor. Dolayısıyla barış istemiyorlar.
Çin’in çabaları bir yere kadar gidebiliyor. ABD her ne kadar güç erozyonuna uğrasa da dünyanın en büyük ekonomisine ve askeri kompleksine sahip. İsrail’e ‘demirden güvenlik garantisi’ veriyorlar fakat bu aslında İsrail’e verilen soykırım yapma özgürlüğü olarak da görülebilir.”
‘Körfez ülkeleri, İran ve Çin, barış denkleminin bozulmasını istemiyor’
Çin’in İsrail’in olası misillemesi sebebiyle Körfez’de arabuluculuk ettiği barış denklemini kaybetmek istemeyeceğini belirten Göçmen, barış atmosferinin Suudi Arabistan – Husiler çatışmasında dahi etkili olduğunu hatırlattı:
‘BRICS önümüzdeki dönem daha da parlak biçimde kurumsallaşacaktır’
BRICS’in Filistin ve Ukrayna krizleri başta olmak üzere birçok alanda siyasi bir aktör olarak hareket ettiğini kaydeden Gökhun Göçmen’e göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katılacağı Kazan zirvesiyle birlikte BRICS, Türkiye’nin gündeminde daha kapsamlı biçimde yer alacak:
“Filistin meselesi konusunda BRICS ülkeleri, Çin’in çağrısıyla acil oturum düzenledi. Orada da iki devletli çözüm vurgusu yapıldı. Ben bu vurguların süreceğini düşünüyorum. Yine Kazan düzenlenecek BRICS liderler zirvesinde BRICS’in kurumsallaşmasına dönük adımlar atılmasını bekliyorum. Sürekli olarak ‘BRICS ülkeleri birbiriyle anlaşamıyor, aralarında çelişkiler var. AB daha kurumsal’ diyenler var. Doğrudur, AB’nin mazisi çok daha eskiye dayanıyor. Ama BRICS kurulduğu zaman bu ‘beş benzemez’ ülkenin bir araya gelmesiyle fazla yaşamayacağı söyleniyordu. Uzun yaşamak bir yana, birbiriyle ihtilaf içindeki diğer ülkeleri de dahil edip ayakta kalmayı başardılar. 40 kadar ülke üye olmak için sıraya girdi. Satın alma parametresinde G7’yi geride bıraktılar.
Rusya-Ukrayna krizinin başından bu yana Batı’nın emellerinden birisi Putin’i yalnızlaştırmaktı. BRICS öyle bir yere geldi ki, uluslararası arena BRICS içinde toplanmaya başladı. Kendileri izole hale geldiler. Batı’nın markaja aldığı Hindistan dahil birçok ülke BRICS sayesinde Ukrayna krizine dahil olmadı. Medyada BRICS’in sadece bir ekonomik birlik olduğu söyleniyor ama takdir edersiniz ki sadece bir ekonomi birliği değil. BRICS, yeni dünya düzenini inşa etmeye çalışan ülkelerin bir araya geldiği platformlardan birisi. Türkiye’de de kimileri yumuşatmak için ‘BRICS’e sadece ekonomik anlamda bakılıyor’ diyor. Öyle olsaydı BRICS, Filistin için toplanmazdı. Veya Rusya karşıtı bilgilere rest çekmezlerdi. Nihayetinde Ukrayna krizinde farklı bir çözüm yolunu Brezilya ve Çin ortaya koydu. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, ‘Batılılar kendi çıkarları uyarınca Ukrayna konusunda karar alıyor, BRICS üyeleri de kendi çıkarlarını düşünmeli’ dedi.
Yani BRICS, yeni dünyayı kuran ve bunu ekonomi alanında inşa etmeye başlayan siyasi bir örgüt. BRICS önümüzdeki dönem daha da parlak biçimde kurumsallaşacaktır. Bu zirveye Cumhurbaşkanı Erdoğan da katılacak. BRICS, Türkiye’nin gündemine daha fazla girecek. Sadece ekonomik değil, siyasi anlamda da tartışacağız.”